Saturday, November 05, 2005

Uğur Uluocak

Sevgili dostum, seçilmiş kardeşim Uğur Uluocak 2003 yılında Kırgızistan'daki Terskey Ala Too dağlarında geçirdiği bir kaza ile aramızdan ayrıldı. Bu yazı Takoz isimli dağcılık dergisinde yayınlanmıştı. Fotoğrafta Uğur, Dolomitler'de bir tırmanış sırasında görülüyor.

Hayatımın en güzel anılarından biri, Aladağlar’da bir gece zifiri karanlıkta Uğur Uluocak’la Yedigöller platosunu geçip kampa geç kalan arkadaşlarımızı arayıp bulmamız ve yanımızda getirdiğimiz giysi ve sıcak çayları paylaşmamızdır. O gece ve ertesi gün yaptığımız duvar tırmanışında Uğur’la arkadaş olmamın ne kadar büyük bir şans olduğunu düşünmüştüm sürekli olarak.

Şüphesiz Uğur’un dağcılığı üzerine çok kolayca söylenecek sözler var. Herşeyden önce, çok güçlü ve çok hızlıydı. Uğur’un benzersiz bir gücü ve Himalayalar’da bile övgüler alan bir hızı vardı. Kaya tırmanırken bile çok hızlıydı. Eski bir şampiyon kürekçi olduğundan kuvvette devamlılığı en üst düzeydeydi. Şehirde de sürekli olarak kürek antrenmanları yaparak bu yönünü formda tutuyordu.

Psikolojik hakimiyeti çok fazlaydı. Top rope ve lider tırmanışlarında aynı dereceyi tırmanabiliyordu. Spor tırmanışa ilgi göstermediği için en fazla kaç dereceyi tırmandığını bilemiyorum ama antrenman sırasında yapay duvarın tavanında adeta yürüdüğünü biliyorum. Uğur korkusuz ve kaygısız bir insan değildi ama kaygılarını kontrol altında tutma yeteneği çok yüksekti.

Tırmanış sırasında ekibindekileri çok iyi kontrol ederdi. Buna karşılık tırmanışa çok iyi konsantre olur, uyarılar haricinde fazla konuşmazdı. Bunun tek istisnası bir şeyler paylaşmak ve öğretmek istediği anlardı. Adrenalinin ve kalp atışlarının tavana vurduğu bir anda durup sakin sakin fotoğraf çeker, üstüne üstlük o anda kullandığı fotoğraf tekniğine ilişkin bilgi de verebilirdi. İlk uzun duvar tırmanışımı Uğur’la yaptığımda, yanımıza aldığımız 2 litre suyun tamamını bana içirmiş, kendisi bir iki yudumla yetinmişti. Ustalaşma yolundaki çok sayıda dağcı onunla tırmanarak güvenlerini arttırıp, bilgi ve deneyimlerini geliştirdi.

Çok yönlü bir tırmanıcıydı. Bu yönüyle onu Alex Lowe’a benzetirdim. Kaya, buz, miks ve yüksek irtifa demeksizin dağcılığı her yönüyle büyük bir başarıyla yapardı. Kaderin bir cilvesi, Alex ile aynı anda Shishapangma’nın farklı yüzlerindeydiler. Uğur’a bir soru listesi göndermiş ve onunla röportaj yapmasını istemiştim. Ancak karşılaşma olanağı bulamadan ve henüz dağın eteklerindeyken Alex Lowe çığ altında kaldı.

Uğur’un Cho Oyu’da yaptığı alpin solo tırmanışı Türk dağcılığında yapılmış en önemli iş olarak kabul ediyorum. Bu tırmanış gerçek alpin stilde; sabit hatsız, taşıyıcısız, tüm yükünü kendisi taşıyarak ve gerçek solo; rotada sağdan soldan vızır vızır geçen dağcılar yokken yapıldı. Tırmanışın son kısmında, mevsim sonu olması dolayısıyla bütün Cho Oyu kütlesi üzerinde bulunan tek dağcı Uğur idi. Tırmanışı gece yaptığı için zirve platosuna ulaştığı halde zirve noktasını bulamadı. Katmandu’dan ettiği telefonda ilk söylediği şey de bu oldu.

Dağcılığın mistifiye edilerek bulanık bir hale altında kahramanlık teması ile birlikte işlenmesinden hiç hoşlanmazdı. Elbette dağcılık tarihçisi kimliğiyle, süperinsan kültünün altında yatan Nazi destekli Münih Ekolü damgasını çok iyi biliyor, bundan sakınmaya çalışıyordu. Shisha ve Cho Oyu tırmanışlarından sonra havaalanında gazetecilerin sorularını yanıtlarken, “Türkiye’de bu işi benden daha iyi yapabilecek bir çok yetenekli genç sporcu var ama olanak bulamıyorlar” diyen bir anti kahramandı Uğur.

********
Uğur’un dağcılığını tarif edebilmek için esas olarak karakterinden ve yaşam felsefesinden yararlanmak gerekir. Uğur üstün zekalı, son derece akıllı, kararlı ve kendine güvenen bir insandı. Daha ortaokul öğrencisiyken okul arkadaşlarına ders vermeye başlayıp, kendi harçlığını kendi kazanmaya başlamıştı. Çok iyi okullarda okumasına rağmen, sürekli olarak üstün yetenekli yıldız öğrenci olarak parlamıştı.

Spora ilgisi küçük yaşlarda başlamıştı. İstanbul birincilikleri olan bir atlet ve Türkiye şampiyonu bir kürekçi olmayı başardı. Bir keresinde Kurbağalıdere’ye gömülüvermişti kürek antrenmanı yaparken. Bu istemsiz yüzme ona sarılık hastalığını ve Fenerbahçe kulübünün tekne için tazminat talebini birlikte getirdi.

Çok okuyan ve çok araştıran bir entellektüeldi. Uzun yıllar akademik yaşamda kalmış biri olarak, Uğur’un tanıdığım bir çok akademisyenden daha fazla araştırmaya zaman ayırdığını ve daha başarılı olduğunu biliyorum. Örneğin Atlas’ta yayınlanan Küresel Isınma makalesi İTÜ’lü akademisyenlerden büyük övgü toplamıştı. Fransızca ve İngilizce’yi çok iyi düzeyde biliyor, İtalyanca, İspanyolca ve Rusça konuşabiliyordu. Bu haliyle “more beer” demenin ötesinde yabancı dil konuşamayan dağcılarla farklı dünyaların insanı oluyordu ister istemez. Paris’e her gidişinde adeta FNAC mağazasını yağmalardı. Bir keresinde o, Paris’ten Chamonix’e geçmiş fazla bagaj ücreti ödememek için de tam 15 kilo kitabı bana bırakmıştı.

Uğur’un karakterinin iki temel bileşeni disiplin ve paylaşım idi. Çok çok disiplinliydi ve ekibindeki herkesin disiplinli davranmasını beklerdi. Bu insanüstü disiplini sayesinde kafasına koyduğu, başarmak istediği her alanda benzersiz bir gelişme çizgisi çizmiştir. Örneğin bir kaç sene içinde fotoğrafçılığını kimsenin inanamadığı bir hızla ilerletmişti. Atlas’ta ilk yayınlanan Demavend ve son yayınlanan Ala Arça fotoğrafları kıyaslandığında bu gelişme rahatlıkla izlenebilir.

Uğur’un büyük hayali, genç ve yetenekli dağcılardan bir yüksek irtifa takımı oluşturup Himalaya ekspedisyonları düzenlemekti. Benzer bir projeyi ORDOS çatısı altında organize etmeye çalıştığında, tuhaf tepkiler almış ORDOS’un adını kullanarak kişisel yarar sağlamaya çalışmakla suçlanmıştı. 1998 başında, İstanbul’dan kalkıp Ankara ORDOS lokalinde birlikte verdiğimiz dört saatlik bir dağcılık tarihi seminerinin arkasından bu konuyla ilgili olarak bir saat kadar sorgulanmıştı. Uğur bu olaydan sonra ORDOS’lu kimliğinden soğudu.

Aynı yıl, bütün olanakları kendisi sağladığı halde K2 tırmanışına üç kişilik bir ekiple gitmeyi yeğledi. Bu tırmanış sonrasında takım oluşturmak ve takım olarak davranmak konusunda Uğur’un çok daha katı ve seçici davrandığını söyleyebilirim.

ORDOS’la yapamadığı projeyi İTÜDAK ile de gerçekleştirmeye çalıştı. Neyse ki bu kez hiç kimse İTÜ’nün adından yararlanmaya çalıştığını söylemedi. Tersine, İTÜ gerek dağcılık kulübüyle, gerek akademik birimleriyle Uğur’u bağrına bastı. Cenaze töreni de, üniversite tarihinde akademisyen olmayan bir mezun için ilk kez, İTÜ’de düzenlendi.

Uğur’un İTÜDAK ile ilişkisi de bir tuhaftı. Kulübün baş eğitmeni ve tartışmasız Uğur Abi’si olmasına rağmen, başka yerlerde alışılageldiği üzere kulübün ne malzemelerinden ne de insan kaynaklarından (!) yararlandı. Tersine her fırsatta kulübe ufak tefek malzeme yardımları yapmaya çalıştı.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home