Saturday, November 05, 2005

Dağcılık Üzerine Kısa Bir Tarih




Dağcılık tarihi üzerine ilk yaptığım çalışmalardan birisiydi bu yazı. Daha sonra gözden geçirdim ve Türkiye ile ilgili bazı paragraflar ekledim. Fotoğrafta İsviçre Alpleri'ndeki Aiguille du Purtscheller tırmanışı sonrası Orny buzulu üzerindeyim, 2005.

Dağlar, insanlar için her zaman kutsal, etkileyici anlamlar taşımışlardır. İnsanlar, dağlarına çıkmak, birlikte yaşamak ve korumak arzusunu taşımışlardır. Örneğin dünyaya kaba bir takım vahşiler olarak basmakalıp bir model ile tanıtılan kızılderililerin verdikleri en büyük mücadele kutsal Kara Tepeler (Black Hills) için olmuştur. Öte yandan Sioux savaş şefleri Çılgın At ve Oturan Boğa’nın Kara Tepeler’e çıkarak atalarının ruhları ile konuşmaları dağcılık yazınının konusu olmaz. Benzer gelişmelerin Orta ve Uzak Asya’da, Güney Amerika’da, Afrika’da yaşandığına kesin gözü ile bakılabilir. Kısaca ilk dağcılık etkinliklerinin kökeninde büyük ölçüde uhrevi amaçlar yattığını kabul edebiliriz.

Günümüzden bin yıl önce Yogi Milarepa (1040-1123) Kailash dağının zirvesine çıktığını iddia etmişti üstelik değişik bir araç kullanarak; Milarepa, güneş ışıklarının üzerinde yolculuk yaptığını açıklamıştı. İlk dağcılık faaliyetlerinin altında yalnızca dinsel nedenler yoktu elbette, örneğin Roma İmparatoru Hadrian, MÖ 126’da güneşin doğuşunu izlemek üzere Etna’ya tırmanmıştı. Leonardo Da Vinci’nin Monte Rosa’ya tırmanmasının altında büyük bilginin araştırma merakı yatıyor olsa gerek.

Dağcılık sporunun Alpler’de başladığı kabul edilir. Belki de, gerçekten böyle olduğu için değil, düzgün kayıtların ilk defa Avrupa’da tutulmasından dolayı bu tez kabul görmektedir. Buna karşılık Alpler’de geliştiği tartışma götürmez.

1492 yılında Antoine de Ville, Fransa Kralı VIII. Charles’ın emrini yerine getirmek amacıyla, beraberindeki ekip ile birlikte Mont Aiguille (2086 m) dağının o ana dek erişilemez kabul edilen zirve platosuna tırmandı. Pek çok kaynak tarafından ilk Alpin faaliyet olarak kabul edilmesine rağmen, de Ville’in motivasyonunun altında yatan fetih misyonu bu faaliyeti dağcılık olarak değerlendirmeyi zorlaştırıyor. Nitekim ekibin tırmanıştan sonra ilk olarak yaptığı iş, dağın Saint Charlemagne adı ile vaftiz edilmesi olmuştu. Aynı zirvenin ikinci çıkışının ancak 1834 yılında gerçekleştirilmesi bu savı doğrulamaktadır, bu ikinci faaliyeti macera duygusu gelişmiş bir çoban gerçekleştirmişti.

Aydınlanma çağı ile birlikte, dağların kötü ruhların ve ejderhaların yurdu olduğu düşüncesinin kaybolması ile birlikte dağcılık faaliyetleri artmaya başladı. 1786’da Alpler’in en yüksek zirvesi Mont Blanc, Chamonix’den Michel Pacard ve Jacques Balmat tarafından tırmanıldı.

19. Yüzyıl, başlangıçta yavaş fakat giderek artan bir ivme ile dağcılığın spor olarak yapılmaya başlandığı dönem olmuştur. Yüzyılın ortalarından itibaren Alpler’in en yüksek zirveleri ardarda çıkılmaya başlandı. Bu dönemin en bilinen tırmanışı, 1865 Matterhorn (4478 m) ilk çıkışıdır. Edward Whymper’in önderliğini yaptığı 6 kişilik grup, zirveye ulaşıp inişe geçtikten bir süre sonra kaza geçirmiş ve ipin kopması sonucu dört kişi boşluğa uçmuştu. Bu kaza dağcılık tarihinin üzerinde en çok konuşulmuş kazalarından biridir ve sonrasında özellikle İngiliz Alpinizm çevresinde, güvenlik üzerine uzun tartışmalar yapılmasına neden olmuştur.

1877’de son kalan büyük zirve Meije, Baron Castelnau ve rehberleri baba-oğul Gaspard tarafından tırmanıldıktan sonra dikkatler daha zor ve özel rotalara yönelmeye başladı. Otto ve Emil Zsigmondy, Georg Winkler ve sonraları Paul Preuss gibi Orta Avrupalı dağcılar kaya tırmanışını daha önce hayal dahi edilmeyen zorluk düzeylerine yükselttiler. Kış dağcılığı ve rehbersiz faaliyetler popüler olmaya başladı.

Bu dönemin en önemli ismi, İngiliz dağcı Alfred Mummery’dir. 1879-89 arasında Alpin rehberi Alexander Burgener ile birlikte Matterhorn’un Zmutt Sırtı Rotası ve 19. yüzyıl Alpinizm’inde dönüm noktası olarak görülen 1880 Grepon çıkışı gibi önemli tırmanışlar gerçekleştiren Mummery, ağır yükleri taşımasını engelleyen bir rahatsızlığından dolayı hafif ekipmanların geliştirilmesine de öncülük etti. 1895’e dek bir çok ciddi tırmanış gerçekleştiren Mummery, o yıl bilinen ilk 8000’lik Alpin Stil Himalaya çıkışı denemesine Nanga Parbat (8125 m) Diamir yüzünde girişti ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Bu tip bir girişim, ancak 1975’de Peter Habeler ve Reinhold Messner tarafından Gasherbrum I’de (Hidden Peak, 8068 m) gerçekleştirilebilmiştir.

Mummery’nin etkisiyle başlayan dağcılık ekipmanı geliştirme hareketi dağcılığın ilerlemesine büyük katkılarda bulundu. 1910’da iniş tekniklerinin icadı ile birlikte Hans Fiechtl’in Fiechtlhaken adıyla geliştirdiği sikkeler kaya tırmanışında yeni bir çığır açtı. Örneğin savaştan kısa bir süre önce, zamanın en iyi kaya tırmanıcısı olan Hans Dülfer ile Louis Trenker’in sikke kullanmadan deneyip imkansız buldukları Furchetta’nın kuzey yüzü, 1925’de o yılların ünlü uzun duvar tırmanıcısı Emil Solleder ve Fritz Wiessner’e sikkelerin kullanımı ile geçit veriyordu.

1924’de Fritz Rigele’nin buz sikkesini geliştirmesi ile düşey buz duvarlarının da çıkılabilmesi mümkün hale geldi. Artık dağcılığın Alpler’deki en önemli problemleri teknik uzun duvar çıkışları idi ve gözler kuzey duvarlarına yönelmişti. Kaya tırmanış tekniklerinin hızla gelişeceği bir dönem başlıyordu.

Öte yandan yine bu dönemde, tırmanış sırasında ekipman hatta ip kullanılmasına karşı çıkan dağcılar da bulunmaktaydı. En tanınmışları arasında olan Paul Preuss’un sadece 27 yaşında hayatını kaybetmesi bu reaksiyonun anlamlı olmadığını gösterdi. 1930’larda yumuşak çelikten üretilmeye başlanan sikkelere, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Yosemite’de tırmanışlar yapan John Salathè’nin granit için geliştirdiği sert çelikten yapılma sikkeler de katıldı.

1930’lar aynı zamanda dağcılığın Avrupa kökenli milliyetçilik akımlarından etkilendiği bir dönemdir. Nazilerin dağ ve bulut kültü ile coşan bir çok Alman ve Avusturyalı genç bu dönemde oldukça riskli tırmanışlara giriştiler. 1931’de Schmid kardeşler Matterhorn’un kuzey yüzünü tırmandılar fakat kısa bir süre sonra Toni Schmid Wiesbachhorn’un kuzeybatı yüzünde düşerek öldü. 1938 yılında insan yutan canavar unvanlı Eiger’in kuzey yüzü Heinrich Harrer, Fritz Kasparek, Anderl Heckmair ve Ludwig Vörg tarafından tırmanıldı. Aynı yıl Riccardo Cassin’in gerçekleştirdiği Walker Spur tırmanışı ile birlikte Alpler’de ulusal düzeyde mücadele edilecek alanlar tamamlanmış oluyor, böylece Alp dağcılığı yine kişisel bir uğraş haline geliyordu. Ulusal mücadeleler ise henüz sonuçlanmamıştı ve bu kez gözler doğudaki devlere, Himalayalar’daki 8000 metrelik dağlara kayıyordu.

İngiliz, Alman ve Amerikalıların 1920’lerden II. Dünya Savaşı’na değin geçen sürede çeşitli ekspedisyonlar düzenlediği Himalayalar’da tırmanılacak 14 tane 8000 metrelik dağ[1] öteden beri iştahları kabartıyordu. Yüksek irtifa fizyolojisinin anlaşılmasına ve uygun ekipmanın geliştirilmesine kadar geçen sürede çoğu Alman bir çok dağcı Himalayalar’dan geri dönemedi.

II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan teknolojik ilerlemeler dağcılık sporuna derhal yansıdı. Tercihan Manila keteninden, örülerek veya bükülerek yapılan, 14 mm kalınlığında, 25 m uzunluğunda, mukavemeti ve esnekliği çok düşük olan ipler artık yerini naylon iplere bırakıyor, alüminyum karabinalar gibi daha hafif ve daha dayanıklı malzemeler ortaya çıkıyordu.

Savaş milliyetçilik rüzgarlarını yeterince söndürememiş olsa gerek, savaşın getirdiği aradan sonra Himalayalar yine ulusal ekspedisyonların ilgi odağı olmaya başladı. Çeşitli uluslardan bir çok dağcı 1950’li yıllar boyunca dünyanın en yüksek noktalarına ulaşmayı başardı. Tibet’in siyasi durumundan dolayı en geriye kalan Shishapangma’nın 1964’de geçit vermesi ile bu anlamsız milliyetçilik mücadelesi sona erdi.

Artık dağcılar bir kez daha irtifanın yerine tekniği koyma problemi ile karşı karşıya idiler. İlk örnek 1958’de üstad Walter Bonatti ve Carlo Mauri’den geldi, İtalyan ekip Gasherbrum IV (7925m) kuzeydoğu sırtı üzerinde ilk teknik Himalaya tırmanışını gerçekleştirdi. Bu tırmanış henüz tekrarlanamamış, hatta Greg Child’ın liderliğindeki zorlu 1986 kuzeybatı sırtı çıkışına dek tekrar zirveye ulaşılamamıştır. Gasherbrum IV aynı bölgedeki K2 ile birlikte Himalayalar’ın en zorlu çiftini oluşturmaktadır.

Bir yandan Himalayalar popülerliğini sürdürürken, bir yandan da Alpler’de ve dünyanın diğer yörelerinde yeni teknik tırmanış rotaları ardarda ortaya çıkmaya başlamıştı. 1950’lerin zorlu tırmanışları arasında belki de ilk sırayı Bonatti’nin 1955’deki altı günlük Dru güneybatı (Bonatti) kulesi solo çıkışı alır[2]. Diemberger ve Stefan’ın 1956’daki Konigswand Diretissima ilk çıkışı, zorlu kar-buz rotasından dolayı zamanının ilerisinde olarak değerlendirilir.

Tırmanışların zorluğunu derecelendirmek için, başlıcaları Amerikan ve Alman (UIAA) sistemleri olmak üzere çeşitli derecelendirme sistemleri geliştirilmiştir. Amerikan sisteminde, “serbest tırmanış” olarak da adlandırılan ve ip, özel ekipman ve teknikler gerektiren teknik kaya tırmanışı 5. derecedir. Aynı sistemde 6. derece “yapay tırmanış” için ayrılmıştır. Yapay tırmanış el ve ayakların kullanılmasına olanak vermeyecek derecede zor yüzeylerde, özel ekipmanlara tutunarak ve basarak yapılan bir tırmanış türüdür. Uzun duvarların günlerce süren tırmanışları ile çıkılan rotalar dağcılıkta yeni teknikleri de gelişmeye zorlayarak, yapay tırmanış tekniklerinin ortaya çıkmasına neden olmuş ve 1950’li ve 60’lı yıllar boyunca önceden tırmanılmamış bir çok duvar rotasının çıkılmasına olanak tanımıştır.

Kaya tırmanışının gelişimi, aynı zamanda teknik malzemenin gelişiminin hikayesi gibidir. Başlangıçta doğal fiberlerden yapılma ipler “Lider asla düşmemeli” parolasıyla kullanılırdı. Günümüzde de ipin zarar görmemesi, istenmeyen bir çarpma olmaması gibi nedenlerle geçerli olan bu parola, o dönemde liderin yere doğru uzun bir yolculuk yapmamasını sağlamak için kullanılıyordu.

Avrupa’ya göre oldukça geç bir tarihte, 1920’lerin sonunda teknik kaya tırmanışı ile tanışan Amerikalılar yavaş yavaş Avrupa ile arasındaki farkı kapatmaya başlamışlardı. 1950’li yıllar boyunca 8000’lik merakından görece uzak kalıp (8000 m: Amerikan ölçü sisteminde 26240 feet) Yosemite’de Alpler’den getirip uyguladıkları kaya tırmanışı tekniklerini geliştirdiler. John Salathè, Yvon Chuinard, Royal Robbins, Willi Unsoeld gibi tırmanıcılar El Capitan ve Half Dome üzerinde önemli tırmanışlar gerçekleştirirken, Yosemite ile özdeşleşecek olan kendi tırmanış tekniklerini de geliştiriyorlardı.

Savaştan sonraki yirmi yıl boyunca, Orta Avrupa’ya göre daha geri sayılabilecek olan İngiliz ve Amerikalı tırmanıcılar yavaş yavaş standartlarını yükselttiler. İngiliz kayalarının çürük yapısı sikke kullanımını güçleştirdiğinden İngiltere’deki kaya tırmanıcıları kaya çatlaklarına takoz yerleştiriyor, bu amaçla başlarda perlon bant ucuna metal aksam bağlamayı tercih ediyorlardı. Sonraları kimi İngiliz üreticiler tarafından çeşitli emniyet malzemeleri üretilmişse de bu malzemeler ve bunlarla kurulan emniyet sistemleri özellikle Amerikalılar tarafından emniyetsiz bulunuyor hatta aşağı görülüyordu.

1970’lerin başında ansızın, neredeyse bir gece içinde, o ana dek temel emniyet malzemesi olan sikkeler gözden düştü. Herşeyi değiştiren, sikkelerin çatlak rotalarına onarılmaz zararlar verdiğini ve kimi rotaların bir süre sonra kullanılmaz hale geleceğini belirten bir makalenin yayımlanması oldu. O ana dek emniyetsiz malzemeler olarak bilinen takozlar rotaları korumanın tek yolu olarak belirlendi ve takozların geliştirilmesi için hummalı bir faaliyete girişildi. Bir kaç yıl içinde ard arda stopper, hexentric ve tricam formları geliştirildi. Asıl büyük gelişme ise farklı boyutlarda çatlaklara yerleştirilebilen friend ile oldu. Düzgün ve sağlam granit çatlaklarında friendler büyük bir emniyet ile kullanılabiliyordu.

1970’lerden itibaren sahneye çıkan yeni kuşak tırmanıcıların ortak özelliği olarak, yüksek irtifaya gitmeden önce çok zorlu Alpin tırmanışları gerçekleştirmeleri ve teknik ustalıklarının mükemmel olmaları gösterilebilir. Örneğin Messner Dolomitler’de, Jerzy Kukuczka Tatra ve Alpler’de önemli tırmanışlar gerçekleştirmişlerdi. Ekspedisyon liderleri teknik rotaları denemeyi istiyor, dolayısıyla teknik beceriye önem veriyordu. Öte yandan bir ekspedisyona dahil olmanın getirdiği kısıtlamalar ve yüksek maliyet, dağcıları Alpin stilinde yüksek irtifa çıkışlarına giderek daha çok özendiriyordu. Küçük ve hızlı bir ekip, minimum yük ve tercihan daha önce çıkılmamış teknik bir rota, yüksek irtifada Alpin stilinin temel özellikleri olarak ortaya çıkıyordu.

Büyük bir dağcılık geleneğinden gelmekle birlikte, finansal açıdan büyük zorluklar yaşayan Polonyalılar[3] bu stili tercih etmeye başladılar. İlklerinden ve en iyilerinden biri 1971’de geldi, Akher Caq (7071m) 1800 metrelik kuzey duvarı Jasinski, Kowalczyk, Kurtyka ve Rusiecki tarafından 25 günde tırmanıldı. Şubat 1973’de Zawada ve Piotrowski Noshaq tırmanışı ile 7000 metrelik bir dağın ilk kış tırmanışını gerçekleştiriyor ve Himalayalar’da kış dağcılığı dönemini başlatıyorlardı. Jerzy Kukuczka, Voytek Kurtyka, Kryzstof Wielicki ve Andrzej Czok ve diğerlerinin başarıları ardarda geldi. Himalayalar’ın en sert dağcısı Kukuczka tüm 8000’likleri tamamladı, fakat 1989’da o zamana dek yapılan en zorlu tırmanışı Lhotse güney yüzü Alpin solo çıkışını tamamlamasına bir kaç yüz metre kala düşerek hayatını kaybetti. Kurtyka ise Trango Tower ve Gasherbrum IV’de sergilediği gibi teknik yüksek irtifa tırmanışlarının ustası idi. Wanda Rutkiewicz, Everest’e çıkan ilk Batılı kadın olarak ülkesinde ulusal kahraman ilan edilmişti. Polonyalıların bir diğer başarısı Şubat 1980’de geldi, Wielicki ve Cichy Everest’in ilk kış çıkışını gerçekleştirdi.

Alpin stil Himalaya tırmanışları varolan en zorlu, en tehlikeli dağcılık biçimidir. Kukuczka, Pierre Beghin, Alex McIntyre, Peter Boardman, Joe Tasker gibi dünyanın en iyi dağcılarından bazıları bu tip tırmanışlar sırasında hayatını kaybetmiştir. Buna karşılık sportif niteliği eşsizdir, Jean Troillet ve Erhard Loretan’ın Everest kuzey yüzü direkt çıkışlarında olduğu gibi. Alpin stil Himalaya tırmanışı Türk dağcıları tarafından şu ana kadar yalnızca bir kez, üstelik de solo olarak, Uğur Uluocak tarafından 8200 metrelik Cho Oyu dağında gerçekleştirilmiştir. Uluocak bu tırmanışı ile iki hafta içinde arka arkaya iki sekizbinlik dağa tırmanarak dünya çapında bir başarıya ulaşıyor ve Fransız Alpin Rando dergisinde bu başarısı övülüyordu.

Türkiye dağlarında gerçekleştirilmiş en zorlu tırmanışlar hangileri olabilir? Kişisel bir değerlendirme ile, bir çok tırmanış arasından iki tanesinin öne çıktığını söyleyebiliriz. Doğan Palut ve Batur Kürüz tarafından gerçekleştirilen Aladağlar Demirkazık kuzey duvarı kış çıkışı (1998) ile Uğur Uluocak, Alper Işın Duran ve Haldun Ülkenli tarafından gerçekleştirilen Hakkari’deki Cilo dağlarının en yüksek zirvesi Reşko’nun kuzey duvarı tırmanışı (2002).

Zorluğundan bağımsız olarak, Türk dağcılığını en çok etkileyen iki tırmanış ise, 1991’de Ertuğrul Melikoğlu’nun Demirkazık kuzey duvarının ilk Türk tırmanışını solo gerçekleştirmesi ile, 1995’de Nasuh Mahruki’nin Everest tırmanışıdır. Melikoğlu’nun sıra dışı ve iddialı tırmanışı, bir çok tırmanıcı için hedef geliştirici olmuştur. Mahruki’nin Everest tırmanışı ile birdenbire medyatik olması ve akabinde bilinçli olarak arttırmaya çalıştığı popülaritesi, dağcılık konusunda teorik birikimi veya pratik görgüsü olmayan medyada kahraman olarak lanse edilmesine yol açmıştır. Everest’e düzenlenen ticari ekspedisyonların birine müşteri olarak katılan, batılı rehberlerin ve Nepalli yerli Şerpaların desteğiyle tırmanan Nasuh Mahruki’nin, dünya çapında bir başarı kazanmışcasına tanıtılması Türk dağcılarının uzun süre tepki ve eleştirilerini almıştır. Her ne kadar, gelişen süreçte adeta kadrolu kahraman rolüne de soyunmuş olsa Mahruki’nin zirveye ulaşan veya ulaşmayan tırmanışları, bir çok Türk dağcısı için yeniden hedef belirleme anlamında yol gösterici olmuştur.

Geleneksel (Alpin) kaya tırmanışının malzeme taşımak, hat döşemek gibi pek çok zorluğunu kaldıran, oldukça emniyetli ve neredeyse hiç risk içermeyen bir tırmanış biçimi olarak, 1980’lerde Fransa’da Spor Tırmanışı ortaya çıktı ve kısa sürede yaygınlık kazandı. Genellikle bir ip boyunu aşmayan, önceden döşenmiş kısa rotalarda yapılan spor tırmanışlarında atletizm, güç ve esneklik ön plana çıkmaktadır. Yarışma ve rekabeti ön plana çıkarması yüzünden, dağcılığın temel ilkelerinden saptığı yolunda çeşitli eleştiriler yöneltilen spor tırmanışında amaç zirve değil, yüksek dereceli rotaları tırmanmaktır. Alpinist kökenli olup spor tırmanışını antreman dışında yapanlara pek rastlanmamakla birlikte, spor tırmanışından yetişip Alpinizm’e kayanlara sık rastlanmaktadır. Örneğin, Kurt Albert ile birlikte Trango silsilesindeki Nameless Tower’in Eternal Flame rotasını açan Wolfgang Gullich veya Catherine Destivelle gibi.

1974’de o ana dek en iyi çıkış zamanı üç gün olan Eiger’in kuzey yüzü, Messner ve Habeler’in on saatlik tırmanışına tanık oldu. Messner’in bu ve benzeri tırmanışları ile, hız kavramı dağcılık gündemine girmişti. Hızın artması ile birlikte 1980’lerin bir modası olarak kısa sürede birden fazla zirveye tırmanma akımı da dağcılıkta görüldü. Alpler’in Eiger, Matterhorn, Dru, Grandes Jorasses gibi meşhur kuzey duvarları tekrar popüler oldu, solo ve mutlak solo (free solo) duvar çıkışlarına daha sık rastlanır, belirli bir yetkinliğe geldiğini göstermek isteyen bir çok dağcı bir hafta içinde üç kuzey duvarına birden tırmanır oldu. Bu yaklaşımın Himalaya yansıması da ilk olarak Messner’den geldi ve 1984’de Hans Kammerlander ile birlikte arka arkaya Gasherbrum I ve II’ye tırmandı. Bir diğer önemli travers ise yine 1984’de Broad Peak’in üç zirvesini kapsayan Kukuczka-Kurtyka tırmanışında gerçekleşti. Aynı yıl Wielicki bir günde Broad Peak’e çıkmayı başarmış, 1996’da ise Jean Christoph Lafaille Gasherbrum I ve II’yi dört gün içinde solo tamamlamıştır..

Günümüzün güncel Himalaya tartışmaları ise ticari ve sportif etkinlikler ekseninde cereyan etmektedir. Himalayalar’da görece yeni olan uluslara mensup kimi dağcılar yeni bir kahramanlık/fetih rüzgarı estirmeye çalışmakta, ticari ekspedisyonlarla ulaştıkları zirveleri görülmemiş bir sportif başarı olarak kabul ettirmeye çalışan dağcılara sıklıkla rastlanmaktadır.



[1] Gerçekte 8000 metrenin üzerine çıkan zirve sayısı 22’dir. Broad Peak ve Kangchenjunga gibi kimi dağlarda aynı kütle üzerinde birden fazla zirve bulunmaktadır.
[2] Dünyada açık rotalar üzerinde bir çok emniyet malzemesi (bolt) döşendiği için yeni bir rota açma ile açık bir rotayı tırmanma arasında büyük bir farklılık bulunuyor. Örneğin, Catherine Destivelle 1990’da Bonatti rotasını dört saatte mutlak solo çıkarken, bir yıl sonra açtığı kendi rotasını yapay tırmanış ile on günde tamamladı.
[3] Polonyalılar adeta ekmeklerini taştan çıkarıyorlardı. Polonya hükümeti bir çok ekspedisyonu resmi olarak finanse etmekle birlikte, 80’lerin başından itibaren sayısı hızla artan Polonyalı yüksek irtifa dağcılarının birçoğu için gerekli para endüstriyel baca temizleyerek veya Yeni Delhi, Katmandu gibi kimi merkezlerde tezgah açarak satılan Polonya mallarından elde ediliyordu.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home