Saturday, November 05, 2005

Maceracılığın Tarihine Bir Bakış

(Daha önce Atlas Macera'da yayınladığım bir yazı)

Seyyahın vücudu güçlü ve sağlıklı olmalıdır, bütün yolculuklara dayanabilmeli, duruma göre arabalı ya da arabasız gece gündüz yol alabilmeli, önüne ne konursa yiyip içebilmelidir. En ufak bir zorluktan yılacak kadar dayanıksız ve narin olan kimseler evlerinde otursunlar daha iyi.
D.H. Kemmerich (Yeni açılan Bilimler Akademisi, 1711)
[1]

Sık bir ormanın içinde, dik bir kayanın ortasında veya bir buzulun üstündesiniz; bir kaç adım atacak veya bir kaç metre yükseleceksiniz. Ya da bilmediğiniz topraklarda, yabancı vahşi sularda olabilirsiniz. Bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek bir maceraya atılmış olabilirsiniz, maceranız buzulda bir kaç adım ile de somutlanabilir, denizde bir kaç haftayla da.

Aşk macerası, Türkiye’nin AT macerası gibi örnekleri çoğaltılabilecek macera alt türlerini şimdilik bir kenara bırakalım ve ‘macera’ kavramına odaklanalım. Günümüzde kabul edilebilir riskler içerecek biçimiyle sportif ve turistik bir olgu haline dönüşmüştür modern insanın macera ihtiyacı. İhtiyaç? Evet, bir çokları için günlük hayatın rutininden bir hafta sonu kaçamağı ile sıyrılış olmaya, bir ihtiyaç olmaya başladı ‘macera’, sayısı giderek artan profesyonellerin de yardımıyla.

Bir parapant uçuşu veya bir rafting faaliyeti; modern insana, önceden bilinebilir, anlaşılabilir, kabul edilebilir riskler, ki bunlar şüphesiz hem tartışmalı hem subjektif kavramlardır, içeren bir ortamda yaptırılabiliyor artık. Ne olsa binlerce yılın ekonomik, teknolojik ve kültürel gelişmelerinin kaymağındayız. Şimdilik ‘ticari’ ve ‘sportif’ ayrımının üzerinde de fazlaca durmayalım, nasıl olsa dergimizin zaman içinde bu konulardaki kavram kargaşasını netleştireceğimizi umuyoruz, gelin biraz tarihte yolculuk edelim.

Geçmişte de günümüzün moda akımının tam tersi geçerliydi; önceden bilinemez, tanınamaz, anlaşılamaza doğruydu faaliyetin yönü. Bu faaliyet; ticaret, ilim(!), bilim, güç, zenginlik gibi farklı uyarımlarla harekete geçen, çokluk içinde bir yolculuk barındıran, “keşke olmasa” dedirtse bile, ister istemez bir maceraydı genellikle. Alın Gılgamış’ı, koskoca krallık neyine yetmezse, tutar ölümsüzlük peşine düşer, çöllerden dağlara, denizlere koşturur, yelken açar, dalar çıkar, ölümsüzlük peşinde öleyazar.

Şimdilerde maceralı meslekler azaldı ya, endüstriyel dalgıç, savaş muhabiri, komando, astronot falan değilseniz gönlünüz ferah. Oysa bir de bundan 2500 sene önce Afrika’nın güneyini dönen Fenikeli tüccarı düşünün. Hemen aynı tarihlerde Kartacalı Hannibal’in Afrika’nın batı kıyısından başlayıp kıtanın içlerine yaptığı yolculuğa ne demeli? Gördüğü gorilleri tasvir etmekte biraz çaresiz kalmış olabilir ama Kamerun dağının patlamasını çok da renkli anlatmıştı.

Massilia’lı coğrafyacı Pytheas’ı da hatırlayalım lütfen. İsa’dan üç asır evvel kuzeye doğru keşfe çıkan, Britanya’yı, İskandinavya’yı, Kuzey Almanya’yı gezen bu maceracı bilginin anlattığı deniz akıntılarına, otuzaltı metre köpük yaratan fırtınalara, gelgit olayına, uzun kutup gece ve gündüzlerine dair anlattıklarıyla dalga geçilmiş, büyük bilgin ve yazıp çizdikleri kısa sürede unutulmuştu.

Doğu’ya karşı merak dorukta iken Cengiz Han’ın ülkesini karış karış dolaşan tüccar Polo ailesi ve özellikle Marco Polo şüphesiz unutulmaz ancak, esas İbni Batuta’nın bilgisini, görgüsünü arttırmak için Çin ve Hindistan’a yaptığı çeyrek yüzyıllık yolculuğu hatırlamak gerek.

Tarih yazanın bakışına göre bir kurmacadır elbet, Columbus kendince büyük bir maceraya din ve zenginlik adına girmişti. Oysa “davranışları terbiyeli ve övgüye değer” diyerek işe başlayıp onbinlerce yerlinin ölüm ve sefaletine yol açan uğursuz gelişmelerin ve ardı sıra giden Pizarro ve Cortez gibi katillerin yolunu açmıştı. Oysa aynı tuhaf 1492 yılında, kendi halinde Dompjulien ve Beaupré senyörü Antoine de Ville Fransa kralının emriyle ‘ulaşılmaz’ Mont Aiguille dağının zirvesine çıkmak gibi daha zararsız işlerle uğraşıyordu. Bu maceradan yalnızca, yiyecek muamelesi gören zirve platosundaki tavşanlar zarar görmüştü.

“Macera bir ihtiyaçtır” önermemize dönelim. Dedik ya, hayat gailesi, meslek icabı macera pek yaşanmıyor bugünlerde. İnsanlar doğa ve macera sporlarına artan bir ilgiyle yöneliyorlar. Yürüyen, dalan, tırmanan, kayan, uçan pek çok insanoğlu var ortada, eh onlar oldukça medyaları da olacak tabii. Biz de zaman zaman neşeli, hüzünlü, didaktik, aksi, rüzgara karşı ama her zaman dürüst sesler vermeye çalışacağız. Herkese iyi faaliyetler…

[1] Winfried Löschburg, Seyahatin Kültür Tarihi, Dost Kitabevi

0 Comments:

Post a Comment

<< Home