Saturday, November 05, 2005

Kızılderili Meselesi




Atlas Dergisi'nin 99. sayısında yayınladığım Kızılderililer dosyası pek çok web sitesi tarafından araklanarak izinsiz kullanılmıştı. Benim yazılarımı kendi araştırmaları gibi yayınlayanların ıslah olması temennisi ile, o sayının editoryal yazısını kendi blogumda tekrar yayınlıyorum.

Çizgi romanlar filmlerden daha iyiydi. En azından kırık dökük de olsa bir kaç cümle kuruyorlar, çatık kaşları, kötülüklerini özellikle vurgulayan yamuk ağızları ile gerçek bir karakter olmaya daha yaklaşıyorlardı. Oysa filmler öyle miydi ya? Korkunç çığlıklarla son sürat asıl kahramanların peşinde koşan basmakalıp tipler. Kavak dallarından ok yapıp, saçıma kaz tüyü taktığım dönemde bile filmlerdeki Kızılderililere hiç ısınamamıştım doğrusu.

Zagor’un çatapatlarından etkilenen orman kızılderililerini pek tutmazdım. Gece Kartalı Teks ve Kit Carson’un yönetimindeki güzel çizilmiş Navajolar daha çekici gelirdi. Apacheler çok acımasız ve kan dökücüydü, bu yüzden biraz uzak dururdum ama Ontario ormanlarında yaşayanlara hiç sözüm olmazdı.

Tarih bir kurmacadır elbet, ancak “bu kadar da kurulmaz ki” dedirten bazı işlerin dönebileceğine en iyi örnek Amerikan Yerlilerinin başına gelenlerdir. Bu kadar kadersiz bir ulusa dünya tarihinde pek rastlanmasa gerek. Hem toprakları ellerinden zorla alınsın, hem yaşama biçimleri ve inançları zorla değiştirilmeye çalışılsın, hem yoksulluk ve alkolizme mahkum edilsin hem de bütün bunlara başkaldırmaya kalktığında da “barbar vahşi” hükmüyle yokediliversin. Kabullenmek için zor bir kader.

Kader, rastgele seçilmiş bir sözcük değil burada. 1845’de US Magazine and Democratic Review dergisinin editörü John O’Sullivan’ın formüle ettiği Kader Bildirisi’nden esinlenmiş bir sözcük. Avrupalılar’ın bütün Kuzey Amerika’nın hakimi olmaları Tanrı’nın dileğiydi, O’Sullivan’a göre. Tanrı’nın dileğine karşı gelinemeyeceğine göre, gelsin topraklar, ormanlar, hayvanlar, madenler ve tabii gitsin vahşi Kızılderililer.

Tanrı’nın yolları esrarengizdir, derler. İrlanda’daki büyük kıtlık dönemlerinde açlıktan öleyazan, vahşi kapitalizmin zincirlere bağlayarak çalıştırdığı veya bu kadarcık bir çalışma imkanını dahi bulamayan milyonlarca insan Amerika’nın dillere destan bereketli, geniş topraklarına üşüşmüştü. Böylesi bir insan yapısının daha paylaşımcı, ezilmeye karşı olacağını düşünmek safça bir bakış olur. 19. Yüzyıl Amerikan insanı hırslı, sert, bağnaz ve acımasızdır. Bırakın Kızılderilileri, Avrupa kökenli olmayan göçmenler bile ezilir, en adi işleri yapmak zorunda kalır. Bu anlayış Mormon inancına dahi geçit vermez, ancak çok kanlı savaşlardan sonra kendilerine sığınacak bir çöl bulabilir bu küçücük tarikat.

Zavallı Kızılderililer önce dostça yüzlerine gülen, ardından bir takım belgeler imzalatıp toprakların bir bölümüne yerleşen daha sonra da bütün bütüne onları kovalayan beyaz adamlardan bir şey anlamadılar. Verdikleri sözün sadece birini tuttu çatal dilli soluk yüzlüler; “topraklarınızı alacağız” dediler ve aldılar.

Sakın ola başka coğrafyalarla benzerlik aranmasın ama Kızılderili savaşlarını destekleyenlerin arkasında bir de savaş ekonomisinden beslenen tüccarlar gürühu vardır. Birleşik devletler ordusunun mühimmat, yiyecek, giyecek, kadın ihtiyacını karşılamak her yöresel tüccarın hayallerinin baş köşesidir. Ordu parasıyla semirip üzerine bir de kovulan Kızılderililerin topraklarına kondu mu değmeyin o tüccarın keyfine. Ardından ormanları kesmek, altın, gümüş, sonradan petrol adını alan kaya yağı madenlerini üretmek gelir. Bu tüccarın üç kuşak sonraki torunu, ürettiği araca Cherokee adını saygıdan mı verir, bilinmez.

Kıyımlar ve sürgünler, Beyazların geldiği yönden başlar. Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulmasına kadar yalnızca Atlantik kıyısı boyunca koloni oluşturmaya yönelik çabalar sırasında karşı karşıya gelinir yerlilerle. James Fenimore Cooper’in unutulmaz Son Mohikan romanında anlattığı türden bir kullanılma ilişkisi vardır şimdilik. Ne yazık ki Şahingöz gibi yerli göreneklerini benimsemiş solukyüz sayısı çok çok azdır.

Kolonicilerin Avrupalı babaların tahakkümünden kurtulurken, kendi adlarına insan hakları ve demokrasi mücadelesi yapmaları not edilmelidir. Şimdi yüzlerini batıya çevirmiş, zenginlik ve büyüme mücadelesine girişmişlerdir. 1850’lere kadar nispeten işler iyi yürür, ormanlık bölgelerde yaşayan Kızılderililerle kolayca başa çıkarlar. Ne zaman ki yayılma Büyük Ovalar’ın sınırına gelir işler karışmaya başlar. Ovalar kuzeyden güneye atlı, onurlu ve son derece savaşçı kabilelerle kaplıdır.

Kuzeyde Kanada sınırından aşağıya doğru Siouxlar, hemen güneyinde Cheyenne-Arapaho ittifakı, aşağıda Teksas bölgesinde Kiowa-Comanche grubu, Arizona’da Navajo ve Apacheler adeta geçilmez bir duvar oluşturmaktadır. Bölgedeki Kızılderililer sürekli olarak doğudan sürülen soydaşlarından Beyazlara ilişkin korkunç hikayeler dinlemekte ve bir yandan mücadeleye hazırlanmaktadır.

Pasifik kıyısında kuzeyde Oregon, güneyde California bölgesine sürekli olarak beyaz yerleşmecilerin göçü yaşanmaktadır. Sınır bölgelerinde yaşam efsaneleştirilmekte, Kızılderililer ise böyle bir güzellikte yeri olmayan vahşi düşmanlar olarak resmedilmektedir. 1848’de San Francisco’da altın bulunması müthiş bir göç dalgasına daha yol açar.

İç Savaş ile bir süre rahat alan Kızılderililer, bu hengamede Kongre’de Çiftçileri İskan Yasası adı altında bir düzenleme yapıldığından bihaberdir. Bu yasaya göre, isteyen herkese çiftlik kurmaya yetecek büyüklükte arazi çok ucuz fiyata verilecektir. Her şey iyi güzeldir de arazilerin kime ait olduğu konusunda küçük bir karışıklık vardır. Kızılderililer binlerce yıldır bu arazilerin kendilerine ait olduğuna emindir. Büyük Ovalar’daki yaban sığırı bölgelerinde pıtırak gibi bitiveren binlerce çiftlik Kızılderilileri çılgına çevirir.

Böylece yaklaşık 400 yıllık kanlı oyunda son bir perde daha açılır. Kabaca 1860-1890 arasına tarihlenebilecek bu dönemde Vahşi Batı’nın tüm büyük efsaneleri sahneye çıkar. Oturan Boğa, Çılgın At, Geronimo, Gaga Burun gibi büyük savaşçılar, Kızıl Bulut, Benekli Kuyruk, Yalnız Kurt gibi bilge politikacılar, Wovoka, Isatai gibi mesihler hatta On Ayı gibi şairler bu yolda varını yoğunu ortaya koyar.

Kızılderili tarihi saf yüreklerin acıklı, kolay okunamayan, lirik ve dehşetli öyküsüdür. İçine girmeye çalışan herkese kolay gelsin.

1 Comments:

Blogger Dreamer said...

“Eski dünya” insanı, ağaçlara zarar vermek istemedi. Ne zaman ağaca ihtiyacı olsa , önce onlara tütün ikram ederdi. Lazım olduğu kadar keser, kestiğinin hepsini kullanırdı. Eğer ağacın “hislerini” düşünmez ve tütün ikram etmez ise,ormanın diğer tüm ağaçlarının gözyaşı dökeceğine inanırdı.

Eski dünyanın üzerine bir gün kara bulutlar çöktü. Ve kara bulutlar tüm kıtayı kapladığında artık “Yeni Dünya” düzeni kurulmuştu. Ardında milyonlarca katledilmiş insan bırakarak.
Ve artık bu topraklar kana doymayan aç gözlü insanlara teslim olmuştu.....

12:56 PM  

Post a Comment

<< Home