Saturday, November 05, 2005

Uğur Uluocak II


Uğur Uluocak ve Ahmet Köksal Aladağlar'da Torasan zirvesinde, 2001.

Uğur, sporda bilimselliğe olan sarsılmaz inancını her vesile ile kanıtlamıştır. 1998’de Hacettepe Doğa Sporları ve Bilim sempozyumuna tam dört bildiri ile katılmıştı. Buna karşılık, bir sporcu/ dinleyici işlenen konuların eksik bırakıldığını söyleyerek protesto etmişti. Sanırım Uğur’un çapında bir insanın sempozyuma bir kitap yazarak katılmasını bekliyordu.

Bu olağanüstü, gerçeküstü ve iddialı insan neredeyse paradoksal olarak son derece mütevazi bir kişiydi. Son dönemde Atlas’ta çalışmasına rağmen, medyatik olmaktan hiç hoşlanmazdı. Katıldığı bazı televizyon programlarını haber bile vermediği için seyredememiştim. Medyatik olmayı çok şüpheli bir durum olarak görür, bu da biz arkadaşlarına onu kızdırmak için benzersiz bir fırsat verirdi; “Medyatik dağcı Uğur” demek yeterliydi onu sinirlendirmek, bizi de güldürmek için.

Rehberlik kurumuna büyük saygısı ve sempatisi olmasına rağmen, isim yapmak, reklam yapmak ve bu yolla kazanç elde etmek için dağcılık yapanlardan nefret ediyordu. Aynı dağda bulunmak bile istemezdi. Bir bayram tatilinde sevmediği insanları görebileceği endişesiyle Aladağlar’a götürememiştim onu. Yine bu nedenle birlikte katılmamızı teklif ettiği bir Ağrı kış tırmanışından vazgeçmişti ama ne yazık ki bu tırmanışta İskender Iğdır kaza geçirdiği için çok fazla üzülmüştü.

Para ile arası iyi değildi. Hayatı zorlaştırdığından ve üretkenliğini düşürdüğünden dolayı paradan hoşlanmazdı. Uğur’un çok parası hiç olmadı ama kaç parası olduğunu da çoğu defa bilmedi. Yıllarca parasını bana ve ablasına emanet etti. Oysa isteseydi bir kaç yabancı dil bilen bir mühendis olarak bambaşka bir kariyer yapmak, büyük paralar kazanmak onun için çok kolaydı. O, Uğur Uluocak olmayı tercih etti.

Uğur hayatını dürüstlük üzerine kurmuştu. “Zirveye az bir mesafe kala fotoğraf makinemi ve çantamı bıraktım, zirveye de tek başıma ulaştım” tarzındaki masalları şaşkınlıkla ve üzüntüyle karşılardı. Himalayalarda İtalyan, Amerikalı ve Rus arkadaşlarından dinlediği Tomovari hikayeleri de yalnızca çok yakın arkadaşlarıyla paylaştı.

Dağcılık Uğur’un en önemsediği uğraşı değildi. Dağları ve dağcılığı çok seviyor ama bunu kendisini tanımlamak için kullanmıyordu. Daha önemlisi, dağcılık camiasının genel düzeyinden de fazlaca hazzetmiyordu. Sürekli boş zaman sıkıntısı olduğu için, boş konuşmalar yapmamak adına pek fazla dağcı ile dostluk yapmıyor, elektronik posta listelerini takip etmiyor ve kimseyle polemiğe girmemek için çok kararlı davranıyordu. Son bir kaç yılda Uğur’la polemiğe girip gündem yaratmak isteyen çeşitli dağcı veya gazeteciler olduysa da genel kural olarak bunlara yanıt vermeyi reddetti. Oysa Uğur’un tartışma enerjisi sınırsızdı. Örneğin, çok sevdiği fakat onu hayal kırıklığına uğratan eski bir partnerine 20 sayfalık bir mektup yazmaya üşenmemişti. Bu olay, bana Trevanian’ın Eiger Sanction (İnfazcı) romanından bir olayı, Jonathan Hemlock’un Ben Bowman’a yanıtını hatırlatır.

Uğur yalnızca dağcı olmaya ve tırmanmaya odaklansaydı, dünyanın en iyi üç beş dağcısından biri olarak kendini kabul ettirebilirdi. Ama adını duyurabilir miydi onu bilemiyorum. En iyi anlaştığı dağcı arkadaşlarından biri olan ve 2002 sonbaharında İstanbul’da misafir ettiğimiz Antoine Cayrol’dan farklı olmazdı şüphesiz. Dünyanın en iyi dağcılarından biri olan Antoine, Chamonix’de bir efsane ama dağcılık medyasında hemen hiç yer almıyor. Uğur bir dönem Jean Christophe Lafaille ile de dost olmuş, Lafaille çektiği fotoğraflardan da etkilenerek Uğur’a birlikte tırmanmayı teklif etmişti. Ancak Fransız sponsorlar nedeniyle bu tırmanış yapılamadı.

Fransız dostlarının çokluğuna rağmen Uğur tırmanışları sırasında en çok İtalyan ve İspanyollarla (Katalan ve Basklılarla) anlaştı ve dost oldu. K2’de tanıştığı, sportif başarısını ve sorumluluk duygusunu takdir eden İspanyollar onu tüm masraflarını karşılayarak Annapurna tırmanışına davet ettiler.

Paris’i ve Parisli dostlarını çok seviyordu. Laurent Baechler’in 30 m2lik evinde kendini çok mutlu hissediyordu. Bir keresinde bana beş gün süreyle bıkmadan Paris’i gezdirdi. Uğur’un yanında yaptığınız bir çok şey, hiç farkettirmeden antrenmana dönüşürdü. Seine nehri kıyısında ve Champs Elysee’deki yürüyüşlerimiz de ben ne olduğunu anlayamadan antrenmana dönüşüvermişti.

Uğur’un benzersiz disiplini ve çalışma azminin son göstergesi enstrüman çalmakla ilgiliydi. Saksofon çalmaya karar verip, bunu en yakın dostlarından saklayarak gizli gizli ders almıştı. Müthiş disiplini ile evde çok düzenli olarak çalışıyor ve sürpriz yapabilmek amacıyla bunu herkesten saklıyordu. Gerçekten de bana müthiş bir sürpriz yaptı. Ancak büyük hayalini, Himalaya’da bir ana kampta saksofon çalma hayalini gerçekleştirme olanağını yazık ki bulamadı.

Uğur son derece rafine bir insandı. Şarap, caz ve yemek başta olmak üzere bir çok konuda rafine zevkler geliştirmişti. Ekmeğini evde, seyahatlerinden getirdiği unlarla kendisi pişiriyordu. Yaptığı iş; tırmanış, yazı, fotoğraf ne olursa olsun kendi adını koyacağı için çok titizdi ve bu işleri dünya çapında yapmak konusunda da alenen ortaya koymadığı bir iddia taşırdı. Uğur’un bu hali yakın çevresindeki bir çok arkadaşını derinden etkilemiştir.

Uğur’un yapmak isteyip de beceremediği şeylerin başında, şakacı bir insan olmak geliyordu. Uzun süre tiyatro yapmasına rağmen bir türlü komik fıkra anlatamıyor, hele insanları alaya almayı hiç beceremiyordu. Tersine, biz onun her daim ciddi ve ilgili tavırlarını alaya alıyorduk. K2 tırmanışında, şakacı bir İspanyol’a özenip fıkra anlatmaya kalkmış, sonra pes edip bizden e-mail ile fıkra ve espri takviyesi istemişti. Bir keresinde yaptığım çok kaba bir şakaya kızıp benimle bir hafta konuşmamıştı. Kırgızistan’dan gelen telefonda ilkin, “bu şakanın intikamı mı alınıyor” düşüncesine kapıldım ve Haldun’a şaka yapıp yapmadığını bir kaç kez sordum.

Uğur’un zamansız ayrılışıyla, birlikte planladığımız bir çok proje yarım kaldı. 2003 sonbaharındaki Amerikan Kızılderili ekspedisyonu, Bask bölgesine yapmayı planladığımız seyahat, Matterhorn tırmanışı, Cilolarda bir eğitim ve ekspedisyon kampı, Munzurlarda duvar tırmanışları... Uğur olmadan bu konular ve bu coğrafyalar artık hiç de çekici gelmiyor. O, yakın arkadaşları için arkadaştan çok öteye ve özlenmesi hiç bitmeyecek bir fenomendi. Sondan bir önceki görüşmemizde, hasta yattığım için elinde çorbayla bana bakmaya gelmişti. Onu görür görmez kendimi çok daha iyi hissettiğimi hatırlıyorum. Ne olsa artık Uğur gelmişti ve nasılsa her şeyi kolayca yoluna koyacaktı...

Uğur Uluocak, yaşamı, fikirleri ve tırmanışlarıyla zirvenin ta kendisiydi.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home